İ.Ö. 64 yılında kentin Roma egemenliğine resmen girmesi ile Antakya tarihinin altın çağı başlamış oldu. Bu tarihten hemen önce İ.Ö. 67 yılında Asi üzerindeki adada inşa edilen bir saray ve bir circus, Roma medeniyetinin Antakya'daki ilk işaretleridir.
İ.Ö. 47'de Antakya'ya gelerek kente bağımsızlığını veren Ceaser, Caisarion (Caesareum) adıyla anılan büyük bir mabet ile Silpius eteklerinde bir amfitiyatro, bir su kemeri ve bir umumi hamam inşa ettirdi.
Augutos dönemindeki (İ.Ö. 31-İS 14) en önemli olay, bundan sonra her dört yılda bir tekrar edilecek olan olimpiyat oyunlarına başlanmasıdır. Bu imparator zamanında kent, birçok yeni toplumsal binanın inşa edilmesi ile daha mamur hale getirilmiş ve bunun sonucu olarak nüfus artmıştır. Antakya'nın bu yüzyıldaki nüfusu 300.000 ile 600.000 arasındaki bir rakam idi.Bu dönemin en önemli imar faaliyeti kenti boydan boya geçen ve 2 Roma mili ( 1 Roma Mili=1.478 m.) uzunluğunda olduğu Malalas'tan öğrenilen, ünlü kolonadlı caddenin inşasıdır. Helenistik Çağ kentlerinde bir yenilik ortala çıkan, ancak doğu orjinli bir fikir gibi görünen kolonadlı caddeler, Yunan ve Roma dünyasında pek rağbet görmüştür. Döşemesi mermer kaplı olan bu caddenin kolonadları Tiberius Claudius zamanında ( İS 12-37) tamamlanmıştır. Birini dik olarak kesen iki ana aksın kesişme noktasına üzerinde imparator Tiberius'un heykeli bulunan Tetrapyla dikildi. Cadde bronz heykellerle, kolonadlar da mozaiklerle süslendi. Caddenin yol kısmının genişliği 9.60 m., iki tarafında yer alan kolonadlar ise 10'ar m. genişliğinde idi. Bu caddenin inşasından sonra, caddenin iki tarafında gelişen mahalleler sayesinde kent büyüdü ve nüfusu arttı.
Augustus
Jupiter ve Dionşsus adına inşa edilen mabetler yanında, Ceaser'ın yaptırdığı amfitiyatro büyütüldü Silpius'dan gelen sel sularını Orontes'e kaanlize ederek kenti su baskınlarından koruyacak tedbirler alındı. Malalas'tan öğrenildiğine göre, kentin içinden geçen nehrin ismi (asi Nehri), İmparator Tiberius tarafından doğudan anlamında Orentes olarak değiştirilmiştir. Daha önceleri Typlon, Drakon veya Ophites adları ile anılan bu nehre Asurlular Arantu derlerdi. Gene Tiberius zamanında, üstünde bir dişi kurdu emen Romulus ve Romus heykelleri ile süslenen Beroea (Halep) kapısı inşa edildi. Etnik ve dini yapı bakımından karışık nüfusu, her yöne giden yolların kesişme noktasında önemli bir ticaret merkezi oluşu, doğu ve batı kültürlerinin birleşme noktasında bulunması, Antakya'nın Hıristiyanlığın yayılmasında bir propoganda merkezi haline gelmesine neden olan faktörlerdir. İsa'nın ölümünden sonra, Hıristiyanlığı yayma çalışmaları içinde önce Pavlos (Havari Aziz Pavlos) ve Barnabas, daha sonra Antakya Kilisesinin kurucusu ve ilk rahibi sayılan Petrus (Havari Aziz Petrus) Antakya'ya geldiler.
Tiberius Claudius
İncil'de Antakya'nın adı Hıristiyanlığın yayılma döneminde bir diğer önemli merkez olan Pisidia'daki Antakya (bugünkü Yalvaç) ile beraber muhtelif vesilelerle bir çok kez geçmektedir. Pavlos ve Barnabas'ın yaptıkları haber gezilerinde (1., 2. ve 3. haber gezileri) bir öğreti merkezi haline getirdikleri Antakya'da, İsa-Mesih'e inanmış kişilere verdikleri vaazlarda; "Rab İsa'nın sevindirici haberini" bildirdiklerini, İncil'in mesih topluluğunun başlangıcı ve bir çok yere yayılmasını anlatan 'Habercilerin İşleri' bölümünde; "İkisi bir yıl süreyle kilisede bir araya gelerek o büyük topluluğa öğrettiler. Öğrencilere ilk kez Antakya'da Hıristiyan adı verildi" cümleleriyle ifade edilmiştir.
İsa-Mesih öğretisini Anadolu'da ve Yunanistan'da yaymak amacıyla havarilerin yapmış oldukları haber gezilerinde Antakya, her zaman önemli bir merkez olmuştur. Birinci haber gezisinde Pavlos, Barnabas ile beraber Antakya'dan hareketle Anadolu'yu gezmiş ve orada sevindirici haberi yaymışlardır. Dönüşte, ".... Pavlos'la Barnabas ise bir süre Antakya'da kaldılar. Bir çoklarıyla birlikte Rab'bin sözünü öğrettiler ve sevindirici haberi müjdelediler". İkinci ve üçüncü haber gezilerinde de Antakya, Hıristiyan cemaatin bir toplama ve öğreti merkezi olarak önemini korumuştur.
Antakya'da Hıristiyan cemaatinin örgütlenmesi Tiberius'un hükümdarlığının son yılları ile Caligula'nın hükümdarlığının ilk yıllarına rastlar. İncil'in dört yazarlarından biri olan Matta'nın İsa'nın yaşamına, birinci yüzyıl ortalarında Antakya'da kaleme almış olduğu da bilinmektedir. Hıristiyan aleminde Roma, İskenderiye ve Antakya, en çok hürmet edilen dini merkezlerdir.
VII. yüzyılda Hıristiyan cemaatın bağlı olduğu beş patriklik merkezinden biri Antakya idi. Diğerleri Roma, İskenderiye, Kudüs ve İstanbul'daydı.IV. yüzyıldan itibaren Yeni Roma adı ile anılan İstanbul'un Hıristiyan camiası içindeki şöhreti giderek yükseldi ve Roma'dan sonra ikinci büyük dini merkezi durumuna geldi.
Hıristiyan alemi için, Kudüs ve Roma gibi kutsal bir yer olması nedeniyle Papalık tarafından 1963 yılında bir hac yeri olarak kabul edilen ve Petrus'un Antakya'ya geldiğinde vaaz verdiği yer olarak Hıristiyanlığın ilk mabetlerinden biri sayılan, Antakya-Reyhanlı yolundaki bugünkü adıyla St. Piyer Kilisesi'nde (Aziz Petrus Grottosu) her yıl 29 Haziran günü İstanbul'dan ve çevre illerden gelen çok sayıda din adamı ve Hıristiyan cemaatin katıldığı ayin yapılır.Büyük bir kaya oyuğundan ibaret doğal bir mabet olan kilisenin cephesini oluşturan duvar, Haçlılar döneminden kalma olup, son zamanlarda restore edilmiştir. İçinde Hıristiyanların bir baskın anında kaçarak saklanacakları geçitler bulunan St. Piyer Kilisesi'nin harap mozaik V. yüzyıla aittir.
Roma Çağındaki nüfusu yüz binleri bulan bir kent olarak imparatorların gözdesi haline gelmiş ve IV. yüzyılda yaşamış olan ünlü tarihçi Ammianus Marcelleinus'un "..dünyada hiçbir kent, ne topraklarının bereketi ne de ticaretteki zenginliği bakamından bu kenti geçemezdi" dediği Antakya, Antik Çağda Doğunun Kraliçesi (Orientis Apicem Pulcrum) lakabıyla anılmıştır.
Roma ve Bizans imparatorlarının Antakya'ya, doğunun bu ünlü ve önemli kentine göstermiş oldukları ilgi, kentin çok sayıda yeni yapılarla donatılmasına ve bu sayede güzelliğinin ve ihtişamının bir kat daha artmasına neden olmuştur.
İmparator Trajan
İmparator Vespasian (69-79) Daphne'de içinde kendi heykeli olan bir tiyatro, İmparator Domitian (81-96) ise Afrodit ve Asclepus mabetlerini inşa ettirmişlerdir. II. yüzyıla doğru Antakya, Roma ve İskenderiye'den sonra 200.000-300.000 kişilik nüfusu ile imparatorluğun üçüncü büyük metropolisi durumunda idi.
İmparator Vespasian
İmparator Trajan (98-117) Harbiye'den kente su getiren ve kalıntıları günümüze kadar gelmiş olan su kemeri ile büyük bir hamamın inşasını başlatmıştır. Bu imparator zamanında 115 yılında vukubulan şiddetli bir deprem Antakya ve Daphne'de büyük ölçüde tahribata neden olmuş, çok sayıda insan ölmüştür. Bu felaketten Hıristiyanlar sorumlu tutulmuş ve piskopos Ignatius tutuklanarak Roma'ya gönderilmiş ve orada vahşi hayvanlara parçalatılmıştır. Depremden hasar gören kolonadlı cadde onarılırken, Daphne'de Zeus ve Artemis adına mabetler inşa edilmiştir
Memekli Köprü denilen Trajan su kemeri' nin eski bir kartpostaldaki resmi Tam ekran için Tıklayınız
Memekli Köprü denilen Trajan su kemeri' nin bugünkü hali Tam ekran için Tıklayınız
İmparator Hadrian (117-138) Trajan zamanında başlamış yapı faaliyetlerini sürdürürken, özellikle Daphne'deki su kaynakları ile ilgilenmiş, cephesi bir tiyatro binasını andıran Theatron isimli büyük bir sarnıç inşa ettirmiştir.
İmparator Antoninus Pius (138-161) döneminde, kentin hemen hemen tamamını tahrip eden büyük bir yangın çıkmıştır. İmparatorun şahsi bütçesinden yapılan masraflarla, kolonadlı cadde ve diğer sokakların granit ile kaplandığı kesin olmayan bir bilgidir.
İmparator Marcus Aurelius (161-180) 115 yılındaki depremde yıkılan Centenarium isimli büyük hamamı yeniden inşa ettirirken, İmparator Commodus (180-192) kendi adına bir hamam, bir mabet ile sporcuların çalışması için üstü örtülü bir yapı (Xystos) İmparator Didius Julianus (193) ise ortalama 900 m2 boyutunda, dikdörtgen şeklinde kapalı bir güreş alanı (Plethrion) inşa ettirmiştir. Bu yapıda seyirciler, taş sıralar üzerine oturarak müsabakaları seyrederlerdi.
İmparator Septimius Severus (193-211) imparatorluk mücadelesinde rakibi Niger'i destekleriği için Antakya'yı cezalandırmış, özellikle tiyatrolar ve diğer toplumsal yapıları yerle bir ederek kenti köy haline getirmiş, kentin unvanlarını geri almış, yönetimini Suriye'nin metropolisi haline getirdiği Laodiceia'ya bağlamıştır. Bir süre sonra, tekrar imparatorun sevgisini kazanan kentte, Severianum ve Livianum adlı hamamlar inşa edilmiş, üzerinde Antakya ilahesi bulunan paralar basılmıştır.
İmparator Caracalla (211-217) hükümdarlığı döneminde iki defa Antakya'ya gelmiş, olimpiyat oyunlarının tekrar Antakya'da yapılmasını sağlamış ve kolonadlı cadde ile sokakların granit ile kaplanması işi de bu imparator döneminde gerçekleşmiştir.